Kelebek Yelkenli Gemi
Herkes bir şekilde yaşar. Ne kadar
uzun ya da kısa, kolay veya zor göründüğü önemli değildir. Aynı zamanda hiçbir
hayat sıradan da değildir.
Hayatımız boyunca her gün farklı
ruh halleri içerisinde ve değişik, bazen de tanımlayamadığımız duygular
hissederken buluruz kendimizi. Hepimizin bunu ifade etmek için farklı
yöntemleri vardır: yazarız, çizeriz, belki de sadece konuşmak isteriz. Ben
sanatçıların, ressamların, yazarların müzisyenlerin, bizimle aynı duyguları
paylaşıyor olmalarına rağmen her şeyi daha fazla hissettiklerine inanıyorum.
Hissettikleri duyguları mı daha derin yaşıyorlar sadece? Hayır. Çevremizdeki
her şeyi; şehirde bir o tarafa bir bu tarafa sürüklenen insanları, bir
müzikteki armoniyi, yeni doğmuş bir bebeğin sesini, ağaçları ve kuşları… Onlara
bahşedilen bu yetenek eserlerinin her yerinde kendilerini belli ediyor. Bu
yüzden onları bizden farklı yapan tek şey yetenek değil; farkındalık.
Bir tabloya baktığınızda görmek
istediğiniz şey nedir? Sanatçının yapıtında bir anlam mı ararsınız, yoksa
renklerin uyumu veya sanatçının tekniği mi sizin ilginizi çeker? Benim bir
tabloya baktığım zaman görmek istediğim şey duygudur. Tabii ki mantık ve teknik
de bir resmi harika yapabilir. Ama ben hep bir şeyleri eksik görürüm o
resimlerde. Belki de ressamın yaşadığı hayatı, hissettiklerini o tip bir tabloda
göremememdendir. Yani, benim bir tabloda asıl görmek istediğim şeyi tabloyu
yapandır. Ben bir tabloya baktığımda bu resmin neler hissedilerek çizildiğini
bilmek isterim. Ressam aşık mıydı bunu çizerken? Acı mı çekiyordu yoksa? Belki
de farkındaydı açlığın, fakirliğin, sefil bir hayatın.
Madem resimlerden ve ressamlardan
konuşmaya başladık o zaman size bir soru daha sorayım: Van Gogh’un Salvador
Dali ’den veya Picasso’dan farkı ne?
Elbette ki bu ressamların her birinin kendine özgü bir tarzı var ama şu
yönden bakmayı deneyin: Vincent Van Gogh ailesinde 8 kardeşten en küçüğü ve her
zaman da en şanssızıydı. Ailesi fakirdi ve küçük oğulları Vincent’i okutmaya
paraları yetmedi. Bu yüzden Vincent sayısız işe girdi ve hiçbirine tutunamadı.
Daha sonra resim çizebildiğinin farkına vardı. Bu yeteneği bir avantaja
çevirmeyi amacı haline getirdi. Avrupa’nın birçok yerini dolaştı ve çizdiği
resimleri satmaya çalıştı ama bu resimler kimsenin dikkatini çekmemesinin
yanında çok fazla eleştiri aldı ve Van Gogh hayatı boyunca tek bir tablo bile
satamadı. Hayatının bu kısmı göründüğünden de zordu aslında çünkü ruhsal
sorunlar yaşamaya başlamıştı. Gittiği her yerde insanlar ona deli diyorlardı.
Van Gogh yine de bir süre daha hayatı bırakmadı, çizmeye devam etti. Kendini
çizdi, sadece kendini değil içini de çizdi, acıyı, yalnızlığı ve deliliği de
kendi portrelerindeydi. Bir süre daha denemiş olmasına rağmen insanlar onu
rahat bırakmıyorlardı ve 36 yaşındayken onu akıl hastanesine kapattılar. Hayatı
boyunca yaptığı gibi en değerli ve tek varlığı olan kardeşi Theo’ya ondan cevap
alamamasına rağmen yazmaya devam etti ve tüm resimlerini ona bıraktıktan sonra bir buğday tarlasında kafasına sıktığı bir kurşunla 37 yaşında öldü. Son sözleri ise "Hüzün sonsuza dek sürecek" idi. Yani, fakir ve sefildi, aklını kaçırmıştı,
mutsuzdu, yalnızdı ve hayatı çok kısa sürdü.
Gala’dan sonra sürrealizmin
öncülerinden oldu ve resmin mantığına ve tekniğine yeni bir boyut kazandırdı. Gala
öldükten sonra büyük bir yas içerisinde olan Dali, resim çizmeyi bıraktı. Bir
süre sonra Barcelona’da kendi müzesini tasarlamaya karar verdi. Eserlerinin
büyük bir bölümünü oraya bırakmasının yanı sıra 1989 yılında 85 yaşındayken
ölmeden önce mezarının da bu müzeye konmasını isteyen bir vasiyet yazdı. Uzun, mutlu,
zenginlik içinde ve her anında insanların ilgisinin bir şekilde üstünde olduğu,
dolu bir hayat yaşadı.
Sanatçıların, bilim adamlarının,
müzisyenlerin hayat hikayelerinin çok önemli olduğunu düşünürüm. Çünkü benim,
yaşadıkları şeyleri her şeyiyle resimlerinde, icatlarında veya müziklerinde
görmemi sağlar bu hikayeler. Bu iki ressamınkinde dikkat çekici bir şey fark
ettim. Neredeyse birbirlerinin tam zıttıydılar. Bir tarafta hiçbir şeyi olmayan
ve başarısız olarak nitelendirilen mutsuz bir adam, diğer tarafta ise istediği
her şeye sahip, olabildiğine mutlu ve şanslı bir adam var. Bunu fark ettikten
sonra dönüp bir daha baktım resimlerine, artık farklı bir bakış açısıyla bakıyordum.
Daha iyi anlıyordum söylemek istediklerini. Hatta anlamakla kalmadım o şanssız
adamın söylemek istediğini, hissettim de. Sonra o şanslı adamın resmine baktım,
bazılarında sonsuzluğu gördüm, bazılarında zamanın akışını; bazen sadece
renkleri ve uyumu gördüm bazen de her şey siyah beyazdı…
Old Man in Sorrow
(Acı Çeken Adam)
Vincent Van Gogh
|
The Ship With Butterfly Sails
(Kelebek Yelkenli Gemi)
Salvador Dali
|
Şu ana kadar bu iki ressamla ilgili anlattığım şeylerin tümüne bakacak olursak: Bir hayat, bir duygu yapılan ve yapılacak her şeyi etkiler. Van Gogh, duygu karmaşası içinde, mutsuz bir adam resimlerinde de öyle. Dali, zengin, çok zeki ve çok yetenekli bir adam, resimlerinde de öyle. Ama Dali’nin eserlerinden bahsederken hiç duygudan söz ettim mi? Edemem eğer etseydim kendime ve size yalan söylemiş olurdum. Dali’nin resimlerine baktığımda tek yapabildiğim şey düşünmek oluyor hissetmek değil. Ama Van Gogh’unkilere baktığımda kalbimden bin bir türlü şey geçiyor. Ve benim de herhangi bir resimde, fotoğrafta, orkestrada veya bir kitapta sevdiğim şey budur.
Z.
Ece Yıldırım
11.
05. 2017
Gayet başarılı bir yazı..
YanıtlaSil