MERAK
KEDİYİ ÖLDÜRÜR MÜ?
Tüm canlı varlıklar
yaşamlarını devam ettirmek için solunum yapmak zorundadır. Bu, yer çekiminin
varlığı kadar kesin bir şeydir. Peki ama biz bunu nasıl biliyoruz?
Bütün bunların hepsi
kısa bir “neden?” sorusuyla başladı. Bu soru hiç bitmeyen, sonu gelmeyen
sorular zincirinin başıydı. Ancak, zinciri elinde tutup oradan oraya sürükleyen
şey insanın merakıydı. Yaşama, evrene, kendine olan merakıydı. Bu merak insanın
içindeki hala daha sönmemiş olan ateşi ilk defa alevlendirdi. İnsanlar evrene
bakmayı bıraktılar ve içindekileri görmeye başladılar. Doğru soruları sormayı
yavaş yavaş öğrendiler. Böylece, öğrendik ki evrende milyarlarca galaksi
varmış, biz Samanyolu Galaksisi diye adlandırdığımız bir tanesinin içinde Güneş
denen dev yıldızın etrafında dönen küçük gezegen, “Dünya” da yaşıyormuşuz. Bu
küçük gezegende diğerlerinde olmayan bir şey varmış ve bu yüzden kocaman
evrende bildiğimiz yerlerin arasında sadece burada bitkiler, hayvanlar,
insanlar yani canlılık varmış. Tabii zaman geçti ve bu, evrene, dünyaya dair
öğrendiğimiz en temel ve bilindik şey haline geldi.
Korkak
denizcilerimiz vardı, dünyanın bir ucundan düşeceklerini sanırlardı. Zeki bir adamın milyonlarca sorudan bir
tanesine büyük bir ilgisi ve hayranlığı vardı. Bu soruya bir cevap buldu. Dünya’nın
tepsi gibi düz değil küre gibi yusyuvarlak olduğunu iddia etti. Tabii bu
kafalarında takke ve ellerinde haç tutan adamların pek hoşuna gitmedi. Fikriyle
beraber bu adamı kapatabileceklerini düşündüler. Adamı istedikleri kadar
istedikleri yerde tutmayı başardılar ama fikri kulaktan kulağa yayıldı. Merak
her yerde ve herkesteydi. Fikri büyüdü, çocukların kafalarındaki dünyalarda,
bir fizikçinin denklemlerinde… Bu insanlar sayesinde uzaya çıktık. Dünya’nın
ilk fotoğrafını çektik. Adam haklıymış! Dünya gerçekten yuvarlakmış.
Ardından başka bir adam başka bir soruya bir cevap
aradı. Tuhaf, tel saçlı bir adamdı bu. Atomun nasıl parçalanabileceğini
anlamıştı! “E= mc2” Işık hızının karesinin kütleye çarpımı enerji miktarına
eşittir! Bu büyük buluşu dünyayla paylaştı ancak çok geçmeden insanlık ona ve
fikrine ihanet etti. Ve bu adam yaptığı şeyi ‘hayatının en büyük hatası’ olarak
nitelendirdi. Bu adam asla istemezdi ki onca insan, onca çocuk, onca hayvan ne
olduğunu anlayamadan buhar olup uçsun, kaybolsun. O sadece tüm kalbini ve
mantığını adadığı, bilimin peşinden gitti. “ Bilim atom bombasını üretti ama
asıl kötülük insanların beyninde ve kalplerindedir.
Bence, merak kediyi öldürmez: Merak insanlara
birçok şeyi sadece bir tutam gizemle yaptırmaı başarabilen bir silahtır
belki ama eğer bu silah onu kullanmayı bilen birine verilirse merak,
kurşunlarının altında kalan kişiyi öldürmez tam tersi kalabalık bir sokakta
hızlıca yürüyen insanlar gibi akan yaşamın aslını, kendini gösterir. Elbette ki
o kurşunlar bir yere çarpacak ama almamız muhtemel olan sonuç için risk almaya
değecektir bence.
Demek istediğim şu ki:
şimdiye kadar yerin en dibini kazarak, gökyüzünün en tepesinden bakarak bulunan
her şey bir adam, bir tutam gizem ve merakın kıvılcımları sayesinde
keşfedilmiştir. Önlerinde sonuna kadar açık bir kapı olmasına rağmen göz ucuyla
dışarıya bakmaya tenezzül bile etmeyen insanlara rağmen çalıştılar, asla merak
etmeyi kesmediler, asla yerlerinde saymadılar ve asla cevaba ulaştıklarında
yüzlerinde birden belirecek olan o gülümsemeyi hayal etmeyi bırakmadılar. Bize
bir miras bıraktılar: milyonlarca sorudan birkaçının cevabını… Onlara bakıp
içimizde onu keşfetmemizi bekleyen sonsuz merak ateşinin ilk kıvılcımlarını
yakmamız için bıraktılar.